İzmir ve Karşıyaka Tarihi Hakkında
Eski İzmir kenti (Smyrna) körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir adacık üzerinde kurulmuştu. Son yüzyıllar boyunca Meles Çayı’nın ve Sipylos Dağı (Yamanlar Dağ)’ ından gelen sellerin getirdikleri mil ile bugünkü Bornova ovası oluştu ve yarım adacık bir tepe haline dönüştü.
Şimdi Tepe kule adını taşıyan bu höyüğün üzerinde Tekel Müdürlüğü’nün İzmir Şarap ve Bira Fabrikası’na ait numune bağı bulunmaktadır. 1955’ten beri yoğun gecekondu bölgesi olan bu çevrede İzmir’deki ilk yerleşim yeri olarak tespit edilen İzmir Höyüğü bulunur. Buradaki ilk kazılarda Türk Tarih Kurumu ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün büyük katkıları olmuştur.
Batı Anadolu kıyılarındaki ilk yerleşimler, ki bunlar Troya Savaşlarından sonra kurulan Aiol, İon ve Dor kökenlidir, genelde küçük yarımadalar üzerinde kurulmuştur. Bunlar, Çandarlı (Pitanes), Foça (Phokaia), İzmir (Smyrna) Kilizman (Klazomena), Milet ve İasos gibi yerleşimlerdir.
Bunun nedeni yerleşim yerlerini kuran ve oturan insanların daha çok Hellenli ve den olmalarıdır. Böylece yarımada yerleşikleri hem iki limana sahiptiler, hem de kara denizden gelecek saldırılara karşı güvence içindeydiler.
Elverişsiz havalarda limanlardan biri uygun olmadığı takdirde gemiciler diğer limanı kullanma şansına sahiplerdi. Bayraklı Höyüğü körfezin kuzeydoğu köşesinde, kuzeyine sarp kayalı Yamanlar Dağı’nı da alarak karadan gelecek saldırılara karşı rahat bir konumdaydı.
Güneyi imbata açıktı. Eski İzmir yerleşimi yaklaşık 3000 yıl boyunca bu yarımada üzerinde yer aldı. MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısında büyük nüfus artışı yüzünden bugünkü Kadifekale (Pagos) eteklerine taşındı.
Bizans İmparatorluğu döneminde Araplar, Selçuklular, Haçlılar ve Cenevizliler kenti ele geçirmek için birbirleriyle savaşırlar. Kenti ilk önce Araplar denizden zaptedip İstanbul’a yaptıkları akınlarda bir üs olarak kullanırlar. Türkler İzmir’i ilk kez 1081’de Selçuklu akıncılarından ve zamanla ilk Türk denizcisi olacak Çaka Bey’in komutasında ele geçirirler.
Smryna | İzmir İsminin Anlamı
İzmir’in bir yerleşim alanı olarak ortaya çıktığı dönemlerden başlayarak, farklı isimlerle anılmış olduğuna dair ileri sürülen görüşler bulunmaktadır. Ancak kısa sürelerle de olsa, kullanıldığı sanılan bu isimlerin hiç birisi, Smyrna adı gibi sürekli ve kalıcı olamamıştır. Zaten bugün İzmir olarak kullandığımız isim de, Smyrna kelimesinin dönüşmüş biçimidir.
Smyrna kelimesinin daha erken biçimlerinin Samorna veya Smurna olduğu da iddia edilmektedir. Ancak kesin olarak izlenebilen gelişim, Smyrna biçimiyle ilgilidir. Smyrna ismi, kentin uzun tarihi boyunca varlığını sürdürmüş ve Türkler tarafından fethedildikten sonra İzmir şeklinde söylenmeye başlanmıştır.
Smyrna kelimesinin başına, Türkçe söylenişi sırasında İ sesi gelmiş ve İsmir olarak telaffuz edilmeye başlanmış, daha sonra da kullanılan İzmir biçimine dönüşmüştür.
Kentlerin isimlerinin anlamı, onların geçmişleri hakkında bazı ipuçlarını barındıra bilmektedir. Bu ip uçları, kentlerin kuruluşları veya geçirdikleri dönüşümlere ışık tutabileceği için önemlidir. İzmir buna iyi bir örnektir. Çünkü Smyrna ismi kentin kuruluş hikayesine dair izler taşımakta, kelimenin İzmir şekline dönüşmesi ise, kentin bir kültürel yapıdan başka bir kültürel ortama geçmesini simgelemektedir.
İzmir’in Kuruluş Yeri
İzmir’in kuruluş tarihi ve yeri konusunda tartışmalı bilgiler bulunmakla birlikte, kentin başlangıcı hakkında bugün Bayraklı semtinde yer alan ve Tepe kule olarak tanınan ören yerinin, eski İzmir’in kuruluş yeri olduğu bilinmektedir. Bu ören yerinin aslında bir yarım ada olduğu sanılmaktadır. Eski İzmir’in bulunduğu yarım ada dar bir kıstakla ana karaya bağlıydı. Fakat körfeze akan derelerin binlerce yılda taşıdığı malzeme denizin dolmasına ve bugünkü hattına çekilmesine neden olmuştur.
Burasının kuruluş yeri olarak seçimi, dönemin kaygılarına yeterince cevap vermektedir. Çünkü dışarıdan gelecek saldırılara karşı savunma kolaylığı sağlamaktadır. Karadan gelecek saldırılar sadece yarımadayı ana karaya bağlayan kıstak üzerinden gerçekleşebileceğinden, dar bir alanda kontrol etme şansını artırıyordu. Denizden gelecek saldırılar ise, daha kente ulaşmadan izlenebiliyor ve Smyrnalılara önlem alma olanağı sağlıyordu.
Kuruluş yerinin tercihinde öne çıkan faktörlerin başında güvenlik kadar ticari aktivite de belirleyiciydi. Bir yarım ada üzerinde bulunuşu, kente doğal bir liman imkanı sağladığından, deniz ticaretine uygun ortam hazırlıyordu. İzmir’in bu ilk kuruluş yerinin tercih edilmesinde başka hangi nedenlerin etkili olduğunu anlamak için, yakın çevresine bakmak yararlı olabilir.
Bayraklı ’da eski İzmir’in kuruluş yerine baktığımızda, hemen yakın çevresinden denize dökülen küçük derelerin varlığı dikkat çekiyor. Bu dereler, verimli tarım arazilerini sulayarak denize ulaşıyordu.
Körfezin bitiş noktasından başlayarak, günümüzde Belkahve geçidine kadar uzanan ovanın o dönemde kimi yerleri, özellikle denize yakın kısımları yarı bataklık olsa bile, yine de tarım yapmaya elverişli alanların varlığı biliniyor. Bu geniş ovanın, kentin beslenme ihtiyacını karşılama açısından avantaj sağladığı kesindir. Anlaşılacağı üzere kuruluş yeri, hem deniz ticareti hem de tarımsal olanaklara sahip bir noktada bulunuyordu.
Ticaret ve zanaatla uğraşan kentlilerin beslenme ihtiyaçlarının karşılanmasında bu olanakların ne kadar önemli olduğu açıktır. Dolayısıyla seçilen yer savunma, güvenlik, iktisadi faaliyetler ve beslenme imkânları bakımından önemli avantajlar sağlamaktaydı.
İzmir’in İşgali ve Kurtuluş
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nı yenik kapamasıyla birlikte 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Mütarekenamesi Anadolu’yu emperyalist devletlerin işgaline açık bir alan haline getirmiştir. I. Dünya Savaşı’nda emperyalistler arasında yapılan gizli anlaşmalarda aslında İzmir ve çevresi İtalya’ya bırakılmıştı.
Ancak savaş sonrasında İngiltere, Ortadoğu’daki petrol bölgelerini İngiliz çıkarları doğrultusunda koruyacak bir taşeron güç aramaktaydı. Bunun için Yunanistan biçilmiş kaftandı. Bu gelişmelerle birlikte İtilaf Devletleri, 19 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda Yunanistan’ın, İzmir ve çevresini işgal etmesini kararlaştırmıştır. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunan Ordusu tarafından işgal edilmesi, tüm Anadolu’da milli bilinci harekete geçirmiştir.
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın nihai hedefini İzmir’in düşman işgalinden kurtulması olarak belirlemiştir. İşgaliyle birlikte İzmir; modern Türk ulus-devletinin kuruluşunun temel harcını oluşturmuştur.
15 Mayıs 1919’da Gazeteci Hasan Tahsin’in Yunan ordusuna karşı sıktığı ilk kurşun, üç yıl dört ay sürecek olan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın da ilk kıvılcımı olmuştur. Türk ulusu, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde 20. yüzyılda emperyalizme karşı ilk ulusal bağımsızlık hareketini bu gelişmeler ışığında başlatmıştır.
26 Ağustos 1922’de TBMM’nin, Başkomutan Mustafa Kemal önderliğinde giriştiği Büyük Taarruz sonucunda 9 Eylül 1922’de yani üç yıl dört ay sonra İzmir, emperyalist işgalden kurtulmuştur.
İzmir hem kurtuluşun hem de kuruluşun simge kenti olmuştur. Atatürk, modern Türkiye’yi kurarken bütün önemli mesajlarını İzmir’den duyurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nde ilklerin kenti olan İzmir, bu özelliğini XX. yüzyılda da sürdürmüştür.
İzmir, çağdaş Türkiye’yi dünyanın evrensel değerlerine eklemleyen öncü bir kenttir. Türk kadını tiyatro sahnesine ilk kez İzmir’de çıkmıştır. Ülkemizde futbol ilk kez İzmir’de oynanmıştır. 17 Şubat 1923’te Cumhuriyet’in ilk İktisat Kongresi İzmir’de toplanmıştır.
Cumhuriyet’in ilk Uluslararası Fuarı İzmir’de açılmıştır. Akdeniz Olimpiyatları ve Universiade gibi dünyanın büyük spor organizasyonlarına İzmir, büyük bir misafirperverlikle ev sahipliği yapmıştır.
Demokrasiyi, barışı ve özgürlüğü içtenlikle duyumsayanların ve onu bir yaşama biçimi haline getirenlerin kenti olan İzmir, 8500 yıllık zengin tarihsel ve kültürel birikimiyle taşıdığı bu devasa değerleri üçüncü bin yıla da aktarmaya devam etmektedir.
İzmir’in Tarihsel Mekân ve Binalarından Örnekler
Tepe Kule Höyüğü (Bayraklı)
Kentin başlangıcı hakkında bugün Bayraklı semtinde yer alan ve Tepe kule olarak bilinen ören yerinin, eski İzmir’in kuruluş yeri olduğuna pek şüphe bulunmamaktadır.
Burasının kuruluş yeri olarak seçilmesi, dışarıdan gelecek saldırılara karşı savunma kolaylığı sağlamasındandır. Kuruluş yerinin tercihinde öne çıkan faktörlerin başında güvenlik kadar ticari aktivite de belirleyiciydi.
Bir yarım ada üzerinde bulunuşu, kente doğal bir liman imkanı sağladığından, deniz ticaretine uygun ortam hazırlıyordu. Bayraklı ‘da yapılan kazılarda elde edilen buluntular, İzmir’in kuruluşunun İÖ. 3000 yıllarına kadar indiğini göstermektedir.
İzmir’in bu ilk döneminden geriye kalan en önemli miras, şehrin kendisidir. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda, kentin ızgara planlı, yani bir-birini dik kesen sokaklarla örülü bir yapıda olduğu anlaşılmıştır. Kente ilişkin önemli bulgular arasında iki tapınak, şehrin surları, sivil mimari örnekleri, cadde, sokak ve çeşmeler sayılabilir.
Kadife Kale
İzmir’in yeniden kurulması, Türkçe’de Büyük İskender diye bilinen Makedonyalı Alexandros’a bağlanır. Büyük İskender İran seferinin başlarında, İÖ. 334 yılında Pers İmparatorluğu’nun Anadolu’daki ordusunu yendikten sonra, ordularıyla Efes üzerine ilerlemişti. Bu harekât sırasında İzmir yöresine geldiği ve söylenceye göre, şimdiki Kadifekale civarında ilahi bir işaret almış ve kendisinden orada yeni bir Smyrna kenti kurması istenmişti.
Kentin kuruluşunun İskender’in önde gelen iki komutanı tarafından gerçekleştirildiği kabul edilmektedir. Bilindiği üzere Kadifekale, bu dönemin bir hatırası olarak kentin üzerinde bir taç gibi durmaktadır.
Agora
İzmir, Roma İmparatorluğu döneminde önem kazanmış ve ticaret kenti olma özelliğini geliştirmiştir. Roma İmparatorluğu döneminde kentin pek çok eser kazandığı bilinmektedir. Cadde ve sokaklar taş döşeme ile kaplanmış, kentin görüntüsüne Roma mimarisi hakim olmuştur. Ancak ne yazık ki bu eserlerden büyük çoğunluğu günümüze ulaşamamıştır.
Fakat Roma dönemi eserlerinden bazılarının kalıntıları, İzmir’in geçmişten getirdiği izler olarak kentte yaşamaktadır. Bu kalıntıların başında hiç şüphesiz Agora gelmektedir. Her türlü tahribata uğramasına ve bakımsızlığına rağmen büyük bölümü günümüze ulaşabilmiş olan devlet agorası Roma dönemi yapıları içinde en dikkat çekici olanıdır. İS. 178 deki deprem sonrasında tamir edilmiş şeklini yansıtan agoranın bir bölümü de, kazı çalışması yapılmadığı için toprak altındadır.
Konak Meydanı
XVIII. yüzyılda başlayan, Osmanlı Devleti’nin modernleşme sürecinin kentlere yansıması, XIX. yüzyıl başlarına denk gelmiş ve bu dönüşüm, İzmir’in fiziksel yapısında yeni bir kentsel dokunun ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur. Bu nedenle imparatorluğun diğer kentlerinde olduğu gibi İzmir’de de, XIX. yüzyıl öncesinde kamusal bir merkez bulmamız mümkün değildir. Dolayısıyla İzmir’de böyle bir merkezin oluşumu, devletin modern bir monarşi olma yoluna girmesine bağlı olarak ortaya çıkabilmiştir.
Kâtipoğlu Konağı
XIX. yüzyıldan itibaren oluştuğunu belirttiğimiz konak çevresindeki kamusal mekanın başlangıcı İzmir’in ünlü ayan ailesi Katipoğulları’na uzanmaktadır. 18. yüzyılın başından itibaren varlığını bildiğimiz aile, belirtilen yüzyıl içinde giderek güçlenmiş ve İzmir’in yönetiminde en etkili odaklardan birisi olmuştur.
İşte Konak Meydanı olarak bildiğimiz meydana adını veren yapı, Katipoğlu ailesinin konağıdır. Bu konağın dış avlusunu çevreleyen duvarların daha doğrusu cümle kapısının önündeki küçük boş alan, İzmir’in ilk Konak meydanıdır.
Konağın arka tarafında küçük bir Türk Mezarlığı olan sulu mezarlık, meydanın denize doğru ucunda ise bugün de hala varlığını sürdüren Ayşe hatun camii yani Yalı camii yer alırdı.
II. Mahmut’un devlet yönetimini merkezileştirme amacıyla, ayanları tasfiye etmesinden Katipoğlu ailesi de nasibini almış ve konak, ailenin diğer mallarıyla birlikte 1816 yılında devletleştirilmiştir. Bundan sonra Konak, İzmir mutasarrıflarının ikametgâhı ve aynı zamanda İzmir sancağının idari binası olarak hizmet vermeye başlamıştır.
1863 yılına gelindiğinde, Katip-oğlu ailesinden kalan ve yıkılmaya yüz tutan ve İstanbul’a yazılan raporlarda harabeye dönüştüğünden söz edilen konağın tamiri talep edilmekteydi. 1864’de İzmir, Aydın Vilayetinin merkezi haline getirilmiştir. Bu değişiklik hükümet konağı projesinin de yeniden ele alınmasına ve revize edilmesine neden olmuştur. Yeni hükümet konağının yapılırken binanın gösterişli olarak yapılması ve bir prestij kurumu olarak tasarlanması düşünülmüştür. İnşaat 1869-70 de başlayabilmiş ve 1872 de tamamlanabilmiştir.
Sarı Kışla
Yeniçeri Ocağının 1826’da kaldırılması sonrasında yeni kurulan ordunun nefer ve subaylarını İzmir’de barındıracak, talimlerini yapabilecek ve ticaret açısından istikrarlı ortam oluşturmak amacıyla bir kışlanın inşa edilmesi acil bir durum olarak ortaya çıktı.
Bugün Konak Meydanı olarak bildiğimiz alanın 1826 yılından önceki durumunu görme şansımız olsaydı, yukarıda belirttiğimiz gibi sarı kışlanın yerleştirildiği sahada 10 sabun atölyesi, büyük bir tuz-hane, 4 kahvehane, 3 manav dükkânı, 3 meyhane, çeşitli vakıf dükkânları, 44 odalı bir Yahudi-hane ve bazı evlerden oluşan bir doku ile karşılaşacaktık.
1826 yılında İzmir muhafızı Hasan Paşa ve İzmir kadısına yazılan emirde, kışlanın yapılması için gerekli hazırlıkların tamamlanması, özellikle deniz kenarında bir yer seçilmesi isteniyordu. Deniz kıyısında kışla yapılabilecek büyüklükte bir arsa bulunmadığından, saymış olduğumuz ticarethane ve evlerin satın alınarak yıkılması, denizin doldurulması ve açılacak bölgede kışla binasının yapılması kararlaştırılmış ve bu çalışmalar sonrasında 1829 yılında ünlü Sarı Kışla tamamlanarak, faaliyete girmiştir.
Kâtip-oğlu konağının idari bir bina olarak kullanılmaya başlanması ve Sarı Kışlanın 1829 da bitirilmesiyle kamusal bir mekânın oluşumunun ilk evresi tamamlanmıştı.
İzmir Milli Kütüphane ve Elhamra Sineması
Türkiye’nin Milli adını taşıyan ilk Kütüphanesi olan İzmir Milli Kütüphanesi, İttihat ve Terakki Fırkası’nın çabalarıyla, 1912 yılında okumuş, kültürlü Türk gençlerinin yetiştirilmesi amacıyla, Beyler Sokağındaki Salepçi-zade Konağının selamlık bölümünde hizmete girmişti. Bu günkü binasının yapımına 1922’den sonra başlanarak, 1926 yılında Elhamra Sineması tamamlanarak hizmete açılmış, kütüphane binası ise 1933 yılında tamamlanabilmiştir. Bu anıt eserin projesi Mimar Tahsin Sermet Bey tarafından Neo-Klasik tarzda hazırlanmıştır.
Fuar
Ticari ilişkilerin yoğun yaşandığı bir liman kent olan İzmir, Yunan işgali ve sonrasında kentin yanmasıyla, bu özelliğini yitirmişti. Kurtuluş sonrası kentin uluslararası ticari kimliğinin yeniden canlandırılması, ürünlerinin dış pazarlara tanıtılması ihtiyacı vardı.
Bunun için daha 17 Şubat 1923’te gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi sırasında İzmir Fuarı’nın temeli sayılabilecek, Yerli Malları sergisi düzenlenmiştir. Bu geçici sergiden sonra, 1927 yılında Vali Kazım Paşa’nın girişimleriyle, 9 Eylül Meşheri adıyla sergiler, önce Mithat paşa Sanat Enstitüsünde, daha sonraları günümüzde Efes Oteli olan sahada açılmıştır.
1931 yılında uluslararası statüye kavuşan İzmir Fuarı, 1936 yılından itibaren, yangın yerlerini imar etmek amacıyla yapılan Kültür Park’ta düzenlenmeye başlamıştır.
Karşıyaka Tarihi
Karşıyaka, İzmir Körfezi’nin kuzeyinde yer alan ve Gediz ırmağının alüvyonlarının oluşturduğu küçük bir delta üzerinde kurulu bir kıyı yerleşmesidir.
Bugün İzmir’in metropol alanına dahildir ve 300 binin üzerinde nüfusu barındırır. Genç Osmanlı Dönemi’nde sayfiye yerleşmesi olan Karşıyaka, Cumhuriyet Dönemi’nde yaşanan gelişmelerle birlikte bu niteliğini yitirerek, körfezin güneyindeki Alsancak, Güzelyalı semtleri gibi sürekli ikamet edilen, ticaret, sağlık gibi ihtiyaçların da kendi sınırlarının içinde karşılanabildiği bir yerleşim yeri haline gelmiş ve giderek büyüyerek ilçe statüsü edinmiştir.
Kordelya İzmir Karşıyaka’nın eski isimlerinden bir tanesidir. Karşıyaka’nın ismi Coeur de Lion’dan gelir. Fransızca Arslan-Yürek anlamına gelir. III. Haçlı Seferinde Aslan Yürekli Richard’ın orduları Karşıyaka’da konaklamışlar ve o zamanlar ormanlık olan bu bölgeye Aslan Yürekli Richard’ın adı olan Cordelion adını vermişledir.
10. Coeur de Lion zaman içinde Cordelieu, Cordelion ve Kordelya ve en sonunda Karşıyaka’ya dönüşmüştür. Bugün bile Kordelya adında birçok kafe semtte bulunmaktadır.
Karşıyaka Coğrafyası
İlçenin Konumu
Karşıyaka İlçesi, İzmir Körfezi’nin kuzeyinde 84 kilometrelik bir alanda kurulmuştur. Yamanlar Dağ Grubu’nun güney yamaçlarını da içine alan Karşıyaka’nın doğusunda Bornova, batısında Çiğli ve kuzeyinde Menemen bulunmaktadır. Denizden yüksekliği 1- 700 metre arasında değişmektedir.
Bostanlı, Alaybey, Nergis gibi semtler ovada, Bayraklı, Gümüşpala ve Yamanlar gibi semtler ise yamaç arazilerde kurulmuştur. Gediz Nehri 1870’li yıllara kadar Karşıyaka’dan denize döküldüğü için, nehrin yatağı değiştirilince hem körfezin dolmasının önüne geçilmiş hem de ilçe yerleşime açılmıştır.
1876 yılında demiryolu hattının gelmesiyle yamaçlarda yaşayanlar demiryolunun sağ ve soluna yerleşmişlerdir. 1890 yılında ise vapur seferlerinin başlaması ikinci nüfus hareketini başlamıştır İlçe 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan işgaline uğramıştır. 9 Eylül 1922’de ise Albay Suphi Kula komutasındaki 14. Süvari Tümeni tarafından işgal kaldırılmıştır.
Karşıyaka’nın Kaza (İlçe) Olması
1935 yılında İzmir Vilayeti’nin, merkez kaza dışında 14 kazası vardı. Bu kazalardan bazıları hem nüfus, hem de bina sayısı bakımından Karşıyaka’dan daha gerideydi. Nüfus yoğunluğu bakımından Karşıyaka, nahiye olmasına rağmen merkez kazadan sonra gelmekteydi. Bu durumu dikkate alan İzmir Valiliği, 1935 yılında Dâhiliye Vekâlet’inden, büyüklüğü ve nüfusunun çokluğu dikkate alınarak Karşıyaka’nın, bir kaza merkezi haline getirilmesini temenni etmiş, bütçe zarureti dolayısıyla valiliğe, bu işin gelecek yıla bırakılmasının uygun görüldüğü yazıyla bildirilmişti.
1944 yılında Vali Refik Şefik Soyer, Karşıyaka’nın bir kaymakamlık halinde yönetilmesi için bir çalışma içinde olduklarını ve bu konuda Karşıyaka halkının da görüşlerine başvuracaklarını açıklamıştı. İzmir Vilayeti Umumi Meclisinin, 26 Mart 1945 günü yaptığı toplantıda, vilayet makamının Karşıyaka Bucağının ilçe yapılması hakkında hazırladığı mazbata uzun tartışmalara neden olmuş, Vali Refik Soyer’in desteğiyle Karşıyaka’nın ilçe olması 9’a karşı 8 oyla kabul edilmişti.
Ankara’nın kararı benimsememesi nedeniyle Karşıyaka’nın idari konumu, Demokrat Parti iktidarına kadar tartışma konusu olmaya devam etti. 4 Mart 1954 tarih ve 6324 sayılı, “Yeniden (21) Kaza Kurulması Hakkında” başlıklı kanunla Karşıyaka ilçe merkezi oldu.
Kanun’un kabulünün ardından, bir ay içinde tamamlanacağı düşünülen ilçe teşkilatı kurma çalışmalarına başlandı. Bu bağlamda adliye, maliye ve jandarma komutanlığı birimleri oluşturulduktan sonra, Nihat Tahiroğlu Karşıyaka’ya kaymakam olarak atandı. İlk aşamada kaymakamlık birimlerine, Karşıyaka içinde yer bulmanın yönetimi oldukça zorladığı anlaşılıyor, örneğin adliye binası olarak kullanılmak üzere önce, Karşıyaka Merkez Karakolu’nun bitişiğindeki bina düşünülmüş, ancak daha sonra Latife Hanım Köşkü’nde karar kılınmıştı.
Sonuçta kaymakamlık birimleri bir şekilde şehir içine yerleştirildi, ancak dağınıklık hemen dikkati çekiyordu. 1967 yılında kaymakamlık Celal Paşa asfaltında, adliye Latife Hanım Köşkü’nde, ilköğretim müdürlüğü Türk Birliği okulu binasında, mal müdürlüğü 1690 numaralı sokakta, vergi dairesi Kemalpaşa Caddesi’nde ve özel idare memurluğu Celal Paşa asfaltındaki Kaymakamlık Evi’nin altında hizmet veriyordu.
Hal böyle olmakla beraber, sonraki yıllar boyunca bu dağınıklık giderilememişti. 1979 yılında, yaklaşık yetmiş yıldır çeşitli müdürlüklere hizmet eden Karşıyaka Kaymakamlığının ahşap binası yıkılmak üzereydi. Köyleriyle birlikte nüfusu 350.000’i bulan beldenin sorunlarla karşı karşıya olduğunu belirten yetkililer, bu sorunların başında “dağınık resmi dairelerin bir çatı altında toplanmasının geldiğini işaret ediyorlardı. Durumun ne denli vahim olduğunu göstermesi açısından, Karşıyaka Kaymakam Vekili Lütfi Berkman’ın şu sözleri çok anlamlıdır, “Bina çok eski ve ahşap olduğu için bir kıvılcım bile tüm kayıtların yok olmasına neden olabilir.
Yeni bina için Bakanlığa müracaat ettik. Teklifimiz, 1979’un yatırım projesine alındı. Önümüzdeki yıllarda, Karşıyaka’daki tüm resmi daireleri bir çatı altında toplayacak modern bir bina yapılacak.
Karşıyaka Kaymakamlığı, yeni binasına ancak 1984’de kavuşabildi. Karşıyaka ilçe olduğunda, merkezi dışında yedi köyden sorumluydu, Kapladığı alan bakımından İzmir’in en küçük ilçesi olmasına karşın, hem nüfus miktarı, hem de nüfus yoğunluğu bakımından İzmir’in merkez ilçesinden sonra ikinci sıradaydı.
1954 – 2008 yılları arasında hızla büyüyen Karşıyaka, köylerinin çoğunu birer mahalle olarak merkezine bağlamıştı. Bu nedenle 1990 başlarından itibaren Karşıyaka’ya bağlı Çiğli ve Bayraklı’nın ayrılarak birer ilçe haline getirilmesi tartışılmaya başlandı.
Nitekim 27 Mayıs 1992’de çıkarılan 3806 sayılı kanunla on mahalle, belde ve köy Karşıyaka ilçesinden alınarak Çiğli Kazası kuruldu. Buna rağmen Karşıyaka, Çiğli’nin ayrılmasıyla oluşan nüfus azalmasını kısa sürede telafi etti. Bu arada Bayraklının da ilçe yapılması tartışmaları devam ediyordu.
1993’de dönemin CHP İzmir Milletvekili Veli Aksoy, Bayraklının ilçe yapılması için TBMM Başkanlığına kanun teklifi verdi. Aksoy, Alparslan, Refik Şevket İnce, Çiçek, Cengizhan, Muhittin Erenler, Fuat Edip Baskı, Çay, Salhane ve Turan mahallelerinden oluşan Bayraklının, 100.000’e yaklaşan nüfusu, tarihi İzmir’in ilk yerleşim alanı olması ve İzmir-Çanakkale asfaltı üzerindeki konumu nedeniyle ilçe olmak için gerekli koşullara sahip olduğunu belirtiyordu.
Teklifin kabul edilmesi için çaba gösteren dönemin Karşıyaka Belediye Başkanı Kemal Baysak’ın da içinde bulunduğu Bayraklıyı ilçe yapma çalışmaları sonuç vermedi ve teklif o dönemde yasalaşamadı. Ancak konuyla ilgili girişim ve istekler sonraki yıllarda da devam etti. Hatta zaman zaman Karşıyaka’nın il yapılması tartışmaları bile gündeme geldi.
2008 yılı itibariyle Karşıyaka Kaymakamlığının yönetimi kapsamında 2 köy ve 43 mahalle bulunmaktaydı. 7 Mart 2008 tarih ve 5747 sayılı, “Büyükşehir Belediyesi Sınırları içerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile Karşıyaka İlçesinin Bayraklı, Turan, Postacılar, Soğukkuyu, Onur, Yamanlar, Nafiz Gürman, Gümüşpala, Emek, Çay, 75. Yıl, Fuat Edip Baksı, Çiçek Alpaslan, M. Erener, R. Şevket İnce, Adalet ve Doğançay mahalleleri; Bornova İlçesinden de alınan mahallelerle birleştirilerek kurulan Bayraklı İlçesinin birer parçası haline gelmişlerdir.
Bu değişiklikle küçülen Karşıyaka, İzmir’in kazaları içinde nüfus bakımından Konak, Karabağlar, Buca ve Bornova’dan sonra beşinci sıraya gerilemiştir.
Karşıyaka Yöresindeki Tarihi Yerler
Köşkler
Uşşakizade Latife Hanım Köşkü
Köşk, Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi Latife Hanım’a ait olup, annesi Zübeyde Hanım’ın son günlerini yaşadığı ve 14 Ocak 1923’te vefat ettiği köşk olması açısından ayrı bir değer taşımaktadır. 1922 yılının Aralık ayı ortalarında Gazi’nin annesi Zübeyde Hanım, Karşıyaka’ya tren yolu ile getirilmiş ve bir hasır koltuğa yerleştirilerek Uşakizade ailesinin istasyon arkasındaki bu köşküne taşınmıştır. Büyük ihtimamla bakılan Zübeyde Hanım’a bu dönemde en yakın kişi Latife Hanım olmuştur. Köşk, eski zamanlarda bahçe içindeki çam ve palmiye ağaçları, havuzu ve yel değirmeni ile tanınmaktaydı. Daha sonra Adliye Binası ve en son Ege-Fen Dershanesi olarak hizmet verdi. Toplam alanı 2958 m2’dir. Karşıyaka Belediyesi’nin 2005 yılında kamulaştırdığı Latife Hanım Köşkü, 2007 yılında restorasyonunun gerçekleştirilmesi için Anıt Yapı İnşaata ihale edildi. Köşk günümüzde Latife Hanım Anıevi olarak Karşıyakalıların hizmetine açılmıştır.
Durmuş Yaşar Köşkü
İzmirli Alyottiler tarafından 1914 yılında yaptırıldı. Alyottiler kurtuluştan sonra köşkü Durmuş Yaşar’a karşılıklı olarak verdi. Köşk, Çamlık Caddesi’nin girişinde Karşıyaka yalısında yer almaktadır.
Van Der Zee Köşkü
Alt katı “Eski Ev” cafe olarak tanınan binadır. Ünlü Türk dostu Heinrich Van Der Zee tarafından yaptırılmıştır. Mülk sahipleri tarafından köşkün röleve restorasyon projeleri hazırlattırılmış, İzmir 1 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından projeler onaylanmış olup şu anda onaylı proje doğrultusunda yapıda restorasyon çalışmaları bitirilmiştir. Köşk, kafe olarak Karşıyakalıların hizmetine sunulmuştur.
Penetti Köşkü
Türk dostu Dede Penetti’nin bir armağanı olarak halen sahilimizi süslemektedir. 1930’da Karşıyakalı İtalyan ailelerinden Armando Penetti tarafından yaptırılmıştır. Venedik’teki bir sarayın minyatürüdür. Varisleri, bahçenin arka kısmındaki evde oturmaktadır.Löhner Köşkü (Epikmen Köşkü)
Bostanlı Dolmuş Durağı karşısında parkın yanındaki köşktür. İsmi verilen Alman tarafından yaptırılmıştır. Sonra Epikmenlere satılmış, onlar tarafından yıkılıp apartman yapılmak üzere bir Eskişehirliye satılmıştır. Ancak maliklerince röleve restorasyon projeleri hazırlanmış olup, onay yetkili makamlarca gerçekleştirilmiştir. Köşkün resterasyonu da tamamlanmıştır.
Anıtlar
Bombacı Ali Çavuş Heykeli
1875’de doğdu. Milis kumandanı. Menemen ve Karşıyaka’nın işgalcilerden kurtulmasında büyük kahramanlıkları vardır. 9 Eylül 1922’de Karşıyaka’ya ilk sancağı diken kişidir.
Zübeyde Hanım Kabri ve Parkı
Ulu önder M. Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın kabri Karşıyaka’dadır. İstasyondan Soğukkuyu tarafına giden Zübeyde Hanım Caddesi üzerindeki bir parkta her daim ziyarete açıktır. Kabir, Ferik Osman Paşa Camii avlusu içindedir. Mezarın mevcut şekli bizzat Atatürk tarafından belirlenmiştir. Mezar anıt şeklinde olup, 1940 yılında İzmir Belediyesi tarafından yaptırılmıştır.
TURİZM
Karagöl Mesire Yeri
İzmir – Karşıyaka kent merkezine 27 Km uzaklıktaki Karagöl Mesire Alanı, Tantalos efsanesiyle ünlenen Yamanlar Dağı’nda 810 metre yükseklikte ve 35 hektarlık bir krater gölünün çevresinde oluşmuş bir doğa harikasıdır. İçinde yüzen ördekleri, yapraklarını suya eğen söğüt ağaçlarıyla bir fotoğraf karesini andırmaktadır. Piknik alanı, kızılçam, karaçam ve söğüt ağaçlarıyla kaplıdır.
Karagöl’ün yemyeşil ormanlar arasında küçük ve şirin bir göl olmasının yanında mitolojide de yeri vardır. İzmirliler Bayraklı’ya yerleşmeden önce Karagöl’ün bulunduğu çevrede yaşarlarmış. Efsaneye göre, İzmirli olan Frigya Kralı Tantalos Smyrna’dan (İzmir) Magnesia’ya (Manisa) doğru uzanan Spilios Dağı’nda, Frigya halkı ile birlikte yaşar ve Batı Anadolu’ya yayılmış devletini yönetirmiş.
Spilios Dağı çok verimli topraklara ve zengin maden yataklarına sahip bir yermiş. Tanrıların sofrasına oturabilen tek insan olan Tantalos gün gelmiş Olimpos Dağı tanrılarının hışmına uğramış. Anadolu tanrıçası Kibele’ye inandığı için Hellen tanrılarını küçük gören ve onların güçlerini sınamaya kalkan Tantalos büyük bir cezaya çarptırılmış.
Spilios Dağı’nın bir yarığından atılarak ölüm tanrısı Hades’e gönderilen Tantalos, burada Zeus tarafından ebedi açlık ve susuzluğa mahkûm edilmiş ve bu ceza dünyanın her köşesinde Tantalos İşkencesi olarak anılmış. Hatta İzmirli tarihçi Homeros da Odysseia’da hemşehrisi Tantalos’un çektiği acıları etkileyici biçimde anlatmış.
Tantalos’un atıldığı yarık daha sonra göl haline gelmiş ve bu göle Tantalos Gölü adı verilmiş. Yamanlar Dağı’ndaki bu gölün şimdiki adı Karagöl’dür.
Yamanlar Dağı Mesire Yeri
Karşıyaka Yamanlar Dağı mevkiinde bulanan mesire yeri 39.71 Hektar alana sahip olup, 1000 kişi kapasitesi bulunmaktadır. A tipi mesire yeri (Geceleme ve konaklama yapılabilir) özelliğine sahip olan mesire yeri İzmir iline 25 km uzaklıktadır.
Hamza Rüstem Fotoğraf Evi Nerede ?